• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/dogruterapimerkezi1
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905415447199
  • https://twitter.com/dogruterapi_mkz
  • https://www.instagram.com/dogruterapimerkezi/
  • https://www.youtube.com/watch?v=kRrNYTwi6Bk

Ömer Doğru

Aile Danışmanı & İletişim Uzmanı

Site Haritası
Saat
Takvim
<script async src="https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js?client=ca-pub-2967709272430144"
     crossorigin="anonymous"></script>

KIŞINİN KENDİSIYLE OLAN İLETİŞİMI
Iletişimin bir çok yöntemi ve şekli vardir.
Ama en önemli Iletisim kişinin kendisiyle olan iletişimidir.
İletişiminin olmasının ön koşulu iletişimde bulunacak bir canlı varlığın varoluşudur,
Çünkü iletişimin başlangıcı ve bitişi canlı varlığı gerektirir. Bu yazıda insan iletişimi ele alındığı için, insanın var oluşu iletişimin ön koşuludur. İnsan varlığın ilk iletişimi kendisiyle olan "kendiyle iletişimdir." Eğer iletişimde iletiyi ileten ve alan aynı kişiyse, buna insanın kendisiyle iletişimi deriz. Yaşanan dünyada nitelik ve nicelik bakımından en sık, çok ve yoğun olan iletişim insanın kendisiyle olan iletişimidir. Bu iletişim uyku dışında kesintisizdir.
İnsanın kendiyle iletişimi kendi varlığını anlamasıyla başlar.
Bebeğin anne karnındaki oluşum sürecindeki iletişimi kendi kendine iletişimin başlangıcı olarak niteleyebiliriz. Benzer biçimde, anne karnı ortamı içindeki hareket ve davranış biçimleri, bu kendiyle iletişimin kendi ortamına uzamasıdır. Anne karnı ortamı dışına ulaştığındaki ilk haykırışı ise yeni ortamına karşı ilk iletişimsel tepkisidir. Büyüyüp ölüme doğru olgunlaşma süreci içinde, bebek beş duyularıyla algıladığı kendisi ve çevresini ve kendisiyle çevresi arasındaki ilişkileri kendi "bensel" çıkarları açısından anlamlandırır. Bu anlamlandırma bu duyular yoluyla anlamaya ve yorumlamaya yönelik olduğunda kendisiyle iletişimi süreci egemendir.
Bu süreçte en baştan beri çocuğun kendi algılayıp anlamlandırdığıyla kendi dünyası dışındaki kurulu egemen anlamlandırmalar arasında mücadele vardır. Bu mücadele çocuklukta ve gençlikte özellikle "yasaklayıcı" sosyalleştirmeye (=belli ideolojik kalıpların işlenmesine) karşı direnişlerle devam eder. Sonraki yaşam safhalarında ise, ya egemen ideolojinin ve kültürel kalıpların taşıyıcısı olarak bu mücadele büyük ölçüde son bulur ve geriye-dönük, kendisine yapılanı yeni kuşaklara yapan bir biçime bürünür, ya da mücadele toplumsal bir karşıtlık biçimini alır. Kendiyle iletişim dışla iletişimden bağımsız değildir. Dışla iletişimle birlikte, bazen ona karşı bazen onla uyuşma içinde olur. Dolayısıyla, kendine bakıp "ben özgürüm" diye düşünen birinin, "özgürlüğümüz yok" diye düşünenle iletişimi sırasında bunu dışa vuruşu ve "özgür oluşuyla" böbürlenişi ve bu özgürlük fikrine düşünerek ve gerçeklere bakarak vardığını iddia edişi, yani hem fiziksel hem de ussal bakımdan bağımsızlık iddiası ancak o kişi ve benzerleri için geçerlidir. Bu geçerlilik de, o kişinin bulunduğu koşullardaki kendi gerçeğini yansıtıyorsa, "benin" kendi bilincini kendinin ve çevresinin sübjektif koşullarına dayandırarak tanımladığı bir geçerliliğin iletişimini getirir. Eğer bu geçerlilik, o kişinin bulunduğu koşullardaki kendi gerçeğini kendine göre değil de kendi üzerinde egemenlik kurmuşa göre yansıtıyorsa, "benin" kendi bilinci egemenlik ilişkilerindeki bağımlılığın getirdiği kölelik ve kölenin zincirine vuruluşunun iletişimini getirir. Her iki durumda da, bu "geçerlilik" bile geçerli olduğu koşullardan çıktığında ya anlamını yitirir veya yeni bir anlam kazanır. Kendiyle iletişimde iletişimin niteliksel ve niceliksel çerçevesi insanın kendi koşullarından bağımsız değildir: Yoksul bir dünyada yaşayan birinin düşleri, umutları, umutsuzlukları, beklentileri ve planlarıyla, varlıklı bir dünyadakinden hem nitelik hem de nicelik bakımlarından farklıdır. Dağdaki bir çoban çocuğu, kendiyle iletişimde, soğanın cücüğünü (ortasını) yeme olanağını, zengin olsaydı yapacağı iş olarak düşlerken, kentteki bir zengin çocuğu Ferrarisiyle nasıl kız tavlayacağını tasarlar. Kendisiyle iletişimdeki çerçevenin genişliği ve darlığı, çeşitçililiği ve çeşitsizliği, zenginliği ve yavanlığı, olabilirliği ve düş olarak kalması insanın içinde yaşadığı koşullarla önemli ölçüde etkilenir. Anlaşılacağı gibi, koşulların saptayıcılığı kendisiyle iletişimin biçimini de belirleyici bir rol oynar. Bir başka örnekle açıklayalım: Köylü ve kasabalı çocuk (ve ana baba) polislik ve yedek subaylık hayalleriyle düşler kurarken, kentin varlıklı çocuğu (ana ve babası) Avrupa ve Amerika’da eğitim ve toplumu yönetici kadrolar arasında yer almayı planlar. Polis olmayı düşleyenin düş ufku orda biter, çünkü o düş düşleyebileceğinin en zirvesinde yer alır. Amerika’yı planlayan içinse ufkun daima ötesi vardır. Kendisiyle iletişimle davranış arasında sıkı bir ilişki vardır. Fakat bunun anlamı davranışı saptayanın kendiyle iletişim olduğu, diğer bir deyimle bağımsız düşüncenin bir sonucu olduğu söylenemez. Kişi "yoruldum, oturmam gerek der kendi kendine. Yorgundur, fakat oturacak yer yoktur. Yere oturması gerek, fakat yeni aldığı kıymetli elbisesini kirletmek istemez ya da yere oturmayı uygun görmez. Yorgunluğa rağmen oturmamayı seçer. Bu tür engelleyici seçeneklertercihler günlük yaşamda birçok durumda çeşitli örneklerle vardır: Utanma, el ne der, uygun değil, olmaz, rezil olurum, ayıp olur gibi sosyo-kültürel engelleme mekanizmalarının çalışması sonucu kişisel kendisiyle iletişim belli biçimler alır. Kişinin kendisiyle iletişiminde var olan olasılıklar arasında seçimler yapılır. Fakat ne olasılıklar (potansiyeller) ne de seçimler yapısız bir biçimde özgürce bir niteliğe sahiptir: Potansiyeller, olasılıklar ve tercihler kalıplaşmış yapılara sahiptir. Kendiyle iletişim hem mücadeleyi, hem karşı tepkiyi hem de vazgeçerek boyun sunmayı getirir. Bu davranış biçimlerinden hangisinin seçileceği de gene kişinin kişiliğinden çok bulunduğu durumla belirlenir: Kişi her zaman risk ve fayda-zarar hesapları yapar. Bu hesaplar da ille ki akılcı ve faydacı bir karar vermeyle sonuçlanmaz. Fakat genellikle risk arttıkça kişinin kendisiyle iletişim sonucu karşıt olduğuna karşıtlığını ifade etme biçimi de değişikliklere uğrar. Kendisiyle iletişim insanda yaşam boyu soluk alma gibi süreklidir. Uykuda bile rüyalar, vücut fonksiyonlarını ayarlamalar yoluyla devam eder. Kendisiyle iletişim sosyal iletişimdeki özelliklerin bir uzantısıdır. Bu "uzantılık" özelliği ancak "sosyalleşmemiş" bebekte yoktur. Bebeğin büyüme süreci bu uzantının oluşması sürecini de içerir. Baba ve anne diyen çocuk, bu deyimi oluşturan kendisiyle iletişimde dıştakinin kendine ilişkisine göre ayırım yapar. Ardından çocukluk, babalık ve annelikle gelen "geleneksel" rollerin oynanmasının işlenmesi gelir. Böylece insan kendisiyle iletişimde kendinin dışındaki yapılaşmışın kalıplarını kullanarak karar verme durumunu "normal olarak benimsemeye başlar; benimsemezse benimsettirilme sürecine normal baskıların ötesinde ağır baskılar katılır. Yetişkinlerin kendisiyle iletişiminde sosyal yapısalın egemenliği çok daha fazladır: İçinden boğası geldiği kişiye gülümsemek zorunluluğunu duymayı gerektiren kendisiyle iletişim, bu uzantı oluşta dış egemenliğin saptayıcılığını anlatır. Dolayısıyla, kendisiyle iletişim, sürekli tartmalar, ölçmeler ve biçmeler ve karar vermeler, plan yapmalar ve vazgeçmelerle doludur. Bunlarda da egemenlik kesinlikle kayıtsız şartsız olarak bireyin elinde değildir. Bireyin kendisiyle konuşuşu çoğu kez belli ideolojik yapıların ondan geçerek kendilerini ifade etmelerinden öteye gidemez.
Yrd Doç Dr Ömer DOĞRU
Aile Danışmanı & Iletisim Uzmanı
  
1033 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam97
Toplam Ziyaret198007
Üyelik Girişi
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.486832.6170
Euro34.601234.7398
Hava Durumu

<script data-ad-client="ca-pub-2967709272430144" async src="https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js"></script>